Üzümce, YAZILARIM

KALECİK KARASI ÜZÜMÜ VE ŞARABA DAİR

Ankara’nın Kızılırmak Nehri kıyısında bulunan ilçesi Kalecik’in tarihinin MÖ 3500-4000 dönemlerinde başladığı tahmin edilmekte; Hitit, Frig, Galat, Roma, Bizans, Selçuklu, Candaroğulları ve Osmanlı dönemlerinde yerleşim yeri olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır (http://www.ankara.gov.tr/kalecik). Vaktiyle Hristiyan ve Müslüman topluluklar birlikte güzelce yaşarmış aynı mahâlde, tıpkı birçok diğer Anadolu kentinde ve kasabasında olduğu gibi. Şimdi artık çok az kullanılıyor olsa da, ilçede eski bir tren istasyonunun bulunması, buranın eskiden önemli bir uğrak noktası olduğunu kanıtlıyor.

Kalecik maalesef günümüzde randımanlı olarak kullanılmasa da tarıma çok elverişli arazilere sahip. Yanı başındaki Kızılırmak’tan balıkların tutulabildiği zamanlar da varmış.

DSCN1617_b.jpgŞaraba, üzüme, üzüm motiflerine olan ilgim beni Kalecik’deki Tomurcukbağ’a götürdü; aylardır heyecanla beklediğim üzüm hasadına 16 Eylül’de katıldım. Doğanın en güzel nimetlerinden biri olan canım üzüm salkımlarını asmalardan kesip sepetlere dolduran ekibe katıldım ve gerçekten çok mutlu oldum. Tomurcukbağ’ın sahibi ve Ankara Ziraat Fakültesi’nin eski dekanlarından Prof Dr Yusuf Sabit Ağaoğlu’na hasat sırasında verdiği eşsiz bilgiler, gösterdiği konukseverlik ve hasat ekibinde olan herkese güzel dostlukları için teşekkür etmek istiyorum buradan.

‘Kalecik Karası’ üzümünün kahraman kurtarıcılarından biri olan Sabit Hoca, Türkiye’de doğal maya ile şarap üreten az sayıdaki üreticilerden biridir. İşin hem bilimine hâkim olup hem de ustalığı üst düzey olunca üretimleri de yüksek değerde oluyor tabii.

Kalecik Karası, şaraba tarihteki ilk üretimlerinden bu yana vatan olmuş Anadolu’nun dünyaca ünlü kıymetli üzümlerinden biridir. Ama günümüzde yine Anadolu’da şarabın varlığına olan hoyrat ve haksız zorbalıklardan maalesef bu üzüm de nasibini almakta, hak ettiği değer verilmemektedir ve hatta  bu güzel üzüm, bu dönemde bir yaşam mücadelesindedir.

Orada bulunduğum zaman zarfında Sabit Hoca ile kendisinin Kalecik Karası ile olan hikâyesi ve şarabın sorunlarına dair konuştuk. Bana şunları anlattı:

YSA uzum

“İç Anadolu bölgesinde bağcılık, 1960’lı yıllarda filokseranın (toprak içinde yaşayan asma biti) neden olduğu hastalık nedeni ile can çekişir hâlde olduğu bir dönem yaşamaktaydı. Filoksera ile ilaçlı mücadele mümkün olmadığından, Kalecik ve yöresindeki bağlar da bu zararlının etkisi nedeniyle elden çıkıyordu. Yani asmalar kuruyor ve yok oluyorlardı. Herhangi bir tedbir alınmadığı takdirde yörenin ve ülkemizin en kıymetli üzüm çeşitlerinden biri olan Kalecik Karası yok olma tehlikesi ile karşı karşıya idi.

Türk bağcılığında ve şarapçılığında çok önemli yeri olduğunu doktora çalışmamdan bildiğim Kalecik Karası üzümünün kurtarılabilmesi için hazırladığım proje, Almanya’da olmam nedeni ile Ankara Ziraat Fakültesi Bağ-Bahçe Kürsüsü’ndeki diğer hocalar tarafından TÜBİTAK’a sunuldu ve kabul edildi.

Ankara Ziraat Fakültesi’nin deneme bağlarında yetiştirilen omca (asma kütüğü) fertleri arasında 5-6 yıllık aralıklarla üç defa yapılan seleksiyonlar ile çok sayıdaki fert sayısı önce yirmi üçe daha sonra da üçe indirgendi. İkinci seleksiyondaki tüm yirmi üç klon muhafaza edilerek onların şaraplık özellikleri de saptandı. Toplamda yaklaşık 19 yıl süren bu bilimsel çalışmalarla Türkiye’de Kalecik Karası üzümünün yeniden yaşatılması sağlandı. Şu anda, tüm Türkiye’deki Kalecik Karası üzümleri de bu yirmi üç klondan gelmektedir. Bu klonlar halen Ankara Ziraat Fakültesi’nin Ankara’daki deneme parselleri ile yine fakültenin olan Kalecik’teki Araştırma İstasyonu’nda muhafaza edilmektedirler.

1989 ve 1990 yıllarına bu klonlardan ürettiğimiz üzümleri Kavaklıdere Şarap Fabrikası ile müşterek çalışmada şaraba işledik. Bu şarap Türkiye’deki ilk monosepaj, yani tek üzüm çeşidinden yapılmış şarap olarak piyasaya çıktı ve o tarihlerde şarapseverler tarafından büyük beğeni kazandı. Daha öncesinde Türkiye’de üretilen şarapların üzümleri isimleri ile belirtilmez ve bulundukları bölgelerin isimleri ile anılırlardı (Güneydoğu Anadolu üzümleri, Trakya Bölgesi üzümleri vb). Çeşit ismi belirtilerek üretilen şaraplar Kalecik Karası ile başladı. Bunu daha sonra diğerleri takip etti; Boğazkere, Öküzgözü vb.

Böylece Kalecik Karası efsanesi başladı. Omcaların üzüm üreticileri tarafından, 1990-2000 yılları arasında farklı illere götürülüp dikilmesi ile Kalecik Karası üzümü ülkede yaygınlaştı. Fakat üzümün kendi teruarından (terroir: yöre ekolojik koşulları) ayrılmış olması ve üreticilerin ticari hedeflerle maalesef üzümün niteliğini önemsemekten ziyade çok daha fazla şarap elde etme arzuları sonucunda, kalite ve dolayısı ile de popülarite düştü.

2000’li yıllarda Kalecik Karası’nın üretilmesi ve korunması amacı ile başlatılmış bir imar çalışması projesini Kalecik belediyesi ile birlikte gerçekleştirdik. Şahıslar ve özel firmalar, bağ kurmak üzere belediyeden araziler satın aldılar. Kontrollü üretimler başladı ve Kalecik’te büyüklü küçüklü şaraphaneler kuruldu. Örneğin, Kiska Holding’in satın aldığı 400 dönümlük arazisinde danışmanlığını yaptığım çalışma ile şirketin bağı ve şaraphanesi kurularak üretim başladı. Böylelikle şarap üretimi canlandı. Üzüm de kendi öz teruarında olunca, elde edilen şaraplarda kalite tekrar yükseldi.

DSCN1602_b

Ben de 10 dönümlük Tomurcukbağ adını verdiğim arazimde yetiştirdiğim üzümlerle şarap üretmeye başladım. 2009’da açılışını yaptığımız Tomurcukbağ Şarapçılık’da zaman içinde Kalecik Karası üzümünden monosepaj ve Boğazkere (Çermik-Diyarbakır) üzümü ile birlikte kupaj (farklı üzüm çeşitlerini karışımımdan elde edilen şarap) şaraplar ürettik.

2004 ve 2005’te Kalecik’de şarap festivalleri de yapıldı. Her şey iyiye gitmeye başlamışken, bu verimli yıllardan sonra TAPDK’nın getirdiği tanıtım ve bazı satış yasakları ile vergilerin arttırılması, şarap üreticilerini ve buna bağlı olarak da üzüm bağı sahiplerini çok büyük sıkıntılara soktu. Ekonomik gücü olmayan şarap üreticileri üzümleri alamayınca, üzümler bağcıların elinde kaldı. Bu sıkıntılar hâlâ yoğun olarak devam etmektedir. Yani bu yaptırımlar Kalecik’in önemli geçim kaynaklarından birine mal oldu.

Tarım artık Türkiye’de genel olarak maalesef çiftçinin geçimini sağlamamaktadır ve üzüm de bundan elbette nasibini almış durumdadır. Para getirmeyen, iktisadi geçimin olmadığı yerlerde de genç nüfus ikamet etmeyip iş bulmak için daha olanaklı yerlere göç etmektedir. Aslında üzüm ve şarap üretimleri aynı aile içinde yapılırsa ve dolayısıyla da iş gücü için dışarıya para ödenmez ise maddi gelir yükselir. Fakat gençler Kalecik’i terk ettiği için ailelerde çalışacak iş gücü de kalmamıştır.

Doğrusu şarap, elde edildiği üzüme çok önemli bir katma değer kazandırır;  örneğin ben sadece bağdaki üzümleri satsam, yardımcımın altı aylık maaşını bile ödeyemem. Ama üzüm şaraba dönüşünce satıştan elde edilen rakamlar elbette artmaktadır.

Yani bu yasaklar zincirlemelerle neden oldukları zorluklarla şarap ve üzüm üreticilerinin geçimini sağlamalarını engellemektedir, bu nedenle de mutlaka hafifletilmeleri gerekmektedir. Dünya ticaret nizamına uymayan bir sıkıntıdır bu. Şarap üreticileri, Türkiye’de diğer ticari faaliyet sahiplerine kıyasla büyük bir baskı altındadırlar. 2012 ve 2013 yıllarındaki yasal düzenlemelerden dolayı şarabın tanıtımı, isteyenlere şarabın kargo ile gönderilmesi ve hatta tadım yaptırılması bile yasaklanmıştır. Ürünlerimizi sadece restoranlara ve toptancılara, yasal içki satış izni olanlara verebiliyoruz. Yasal düzenlemelerle yapılan yasakların ticarete kaydırılması çok saçmadır.

Eğitim kurumu ve ibadethanelere 100 metre yakınında içki satışının yapılamaması veya içkili restoranların kurulamaması da bir diğer anlaşılmaz yaptırımdır. İstemeyen içkili yere gelmez ve bu durumda da bir sorun olmaz. Zaten yenilerde inşa edilen çok sayıdaki camilerden 100 metre uzakta yer bulmak çok zor olduğu için içki satabilmek için yeni içki satış ruhsatı da alınamamaktadır ve bu da ticarete ciddi bir ket vurmaktadır.

Bağcılık ile ilgili diğer bir sorun da bu konuda yapılan bilimsel çalışmalara, sempozyumlara Türkiye’de hiçbir şarap üreticisinin, bağcısının veya fidan üreticisinin katılmaması ve ilgi göstermemesidir. Bu oldukça düşündürücü ve üzücüdür. Örneğin Ankara’da 11-14 Eylül 2017 tarihleri arasında 9.’su düzenlenen Bağcılık Sempozyumu’na sadece akademisyenler ve Tarım Bakanlığı’nın bağcılık ile ilgili çalışanları katıldılar! Bu sempozyum her dört yılda bir yapılır ve Konya’da 8.’si düzenlendiğinde de farklı bir katılımcı profili yoktu. Yazık!

Şarabın tüketiminde, restoranların çok yüksek rakamlarla satıyor olması da önemli bir caydırıcı nedendir. Restoranlar, üreticiden aldıkları şarabı tüketiciye 3-5 katı fazlasını koyarak satıyorlar. Durum böyle olunca; alkol etkisini daha ucuz yollarla elde etmeye bir anlamda mecbur edilen tüketiciler, rakı ve birayı tercih etmekte, böylelikle de sağlığa birçok faydaları da olan şaraptan uzaklaşmaktadırlar.

Aslında tüm bu zorlayıcı nedenler ve yasaklar, bugüne değin adları ile ünlenmiş büyük şarap firmalarının da işine gelmektedir. Çünkü tanıtım bile yapamayan küçük firmaların gelişip onlara rakip hâline gelmeleri bu sayede zaten işin başından engellenmiş olmaktadır. Ayrıca gelişmiş şarap firmalarının büyük restoran vb. yerlerin sadece onların şaraplarını satması şartı ile önemli miktarda şarap şişesini ücretsiz verdikleri veya masa-sandalye gibi malları temin ettikleri de kulağımıza gelmektedir. Daha küçük çaplı restoran vb. yerler de aldıkları malların ödemesini çok uzun vadede yapmakta hatta bazen de hiç ödememektedirler.”

Anadolu üzümlerini, şaraplarını kurtarmaya çalışan Sabit Hoca’ya ve diğer kahramanlara çok şey borçluyuz. Onların mücadeleleri çok çetin ama  iyi ki varlar!

8 thoughts on “KALECİK KARASI ÜZÜMÜ VE ŞARABA DAİR

  1. Gamzeciğim, yazını ilgiyle okudum. Kalecik Karası Üzümü’nün hikayesini Prof. Dr. Yusuf Sabit Ağaoğlu’nun büyük ve sabırlı çabalarına hayran kaldım. Umarım tüm bu uğraşların olumlu sonuçları olur. Tüm bunları dile getirmen harika olmuş. Kalemine sağlık! Sevgiler…

  2. Güzel bir yazı olmuş canım. Eline sağlık, başarılarının devamını diliyorum. Umarım herşey daha güzel olur.

  3. Cok guzel bir yazi olmus. Eline ve emegine saglik. Yazilarin devamini bekliyoruz..

  4. Ben Kalecik Karası şarabını ilk defa 1998’de Kavaklıdere markasından tattım… Şarap meraklısı bir arkadaşım müthiş bir şarap bulduğunu söyleyerek heyecanla tatırmıştı. Gerçekten de öyleydi, müthişti!… Tam da Prof. Dr. Yusuf Sabit Ağaoğlu’nun anlattığı gibi, ilk defa Türkiye’de üretilip de üzümün adı ile anılan bir şarapla tanışmıştım. Her yerde de yoktu, sadece Kavaklıdere mağazasında bulabilmiştim sonra. Gene tam da Sabit Hoca’nın söylediği gibi, yıllar içinde denediğim değişik markaların Kalecik Karası şaraplarının birçoğunda benzer lezzeti bulamadım. İyi olanları da var elbette, ama olmayanların nedenini yukarıdaki satırlarda görebiliyoruz… Şimdi onca beğendiğim Kalecik Karası’nın arkasındaki büyük hikayeyi ve emeği, tatsız yönleri ile birlikte de olsa, öğrenmiş olmak beni ayrıca çok mutlu etti. Çok teşekkürler Gamzeciğim, bunu bizlere aktardığın için… Ve Sabit Hoca’ya, yıllara yayılan büyük emekleri ile doğanın bu eşsiz ürününün bizlere gelebilmesini sağladığı için sonsuz teşekkür ve saygılarımla… Sizin hikayeniz aynı zamanda, umudun hep yaşatılması ama mutlaka ve inatla emekle de birleştirilmesi gerektiğini bir kez daha söylüyor…

Comments are closed.